Başkalarını Duymaya Ne Zaman Başlayacaksın Uğur Dündar?
Halil Kurbetoğlu yazdı...
İyi Partili Turhan Çömez, “ünlü ve objektif” gazeteci Ece Üner’in sunduğu ve Uğur Dündar’ın yorumcu olarak hazır bulunduğu programda bir iddiayı dile getirdi. İddiayı birebir kendi sözleriyle hatırlatmak isterim:
“Bağırsak kanserlerinde kanseri çıkarttıktan sonra bağırsağı birbirine bağlayan bir cihaz vardır, otomatik bir cihaz. Stapler denir buna. Yurtdışında, Türkiye’de bu kullanılır. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım beni aradı, dedi ki; babamda bağırsak kanseri çıktı. Tamam dedim, yapılacak şey belli, gönderdik bir hastaneye, hastanenin adını vermeyeceğim. Ameliyatı yapıldı. Ameliyatı nasıl yaptınız dedim. Doktoruna sordum. Dedi ki, iki bağırsağı birbirine bağladık. Neyle bağladınız dedim. Falanca cihazla bağladık dedi. Birkaç gün sonra arkadaşım beni aradı, babamın durumu iyi değil dedi. Hayırdır, dedim. Yani normalde bir komplikasyon olmaması lazım, doktorla konuşuyorum, babamın durumu iyi değil dedi. Yoğun bakıma aldılar dedi. Sürekli takip ediyorum. Hiç beklemediğimiz bir sorun yaşandı dedi doktor. Bağladığımız bağırsak birbirinden koptu. Birkaç gün sonra da öldü. Doktora dedim ki bunu hangi teknikle yaptın? Yani teknik olarak bir hatan var mıydı? Hayır, dedi şu teknikle yaptım. Evet çok da yerinde bir işlem yapmıştı. Fakat doktor bana tarihi bir şey söyledi. Biz bugüne kadar Amerikan covidien markasını kullanıyorduk. Ancak tasarruf tedbirleri gereği artık Çin’den gelen stapler kullanılıyor. Ve bundan dolayı inanılmaz ölüm vakaları var. Ey sağlık bakanı, altında o kadar çok araba var, dünya kadar sayısız hastanenin sahibisin, geçtiğimiz gün araştırdım devletten tam 5 milyar teşvik almışsın. Bu ülkenin insanlarının kanser ameliyatında adi, beş para etmez Çin mallarını kullanıyorsun ve insanlar hayatını kaybediyor. Çık bu konuda bir araştırma yap ve bana cevap ver.”
Özet olarak Turhan Çömez, Sağlık Bakanı’nın bile isteye sırf daha ucuz diye Çin’den stapler cihazı getirttiğini ve bu cihazların kalitesiz olması nedeniyle bağırsak kanseri ameliyatlarından sonra çeşitli komplikasyonlara neden olarak ölümleri inanılmaz derece arttırdığını söyledi.
Tabii candaş medya bu olayın ardından, sosyal medya başta olmak üzere tüm kanallardan saldırıya geçti ve bakan Koca hakkında bir karalama furyası başlamış oldu.
Bir gazeteci olarak olayı araştırdım. Önce Sağlık Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Hakkı Kırkaya’ya ulaşmaya çalıştım ancak ısrarlı aramalarıma rağmen bir dönüş alamadım. Sonra İstanbul’daki üç büyük devlet hastanesinin yöneticilerine iddiayı sordum. Sonra Sağlık Bakanlığı’ndan üst düzey yetkililere yine iddiaları sorarak meselenin aslının ne olduğunu anlamış oldum.
Başhekimlerden ve sağlık bakanlığı üst düzey yetkililerinden aldığım bilgilere göre, bakanlık kesinlikle bu cihazlarla ilgili herhangi bir kısıtlamaya gitmemişti. İnsan hayatını ciddi etkileyecek cihazların alımıyla ilgili zaten bir mevzuatın ve belli kalite standartlarının olduğunu bu standartların dışında ürün alınamayacağını belittiler. Başhekimler de kendi hastanelerinde bu standartlara uygun cihazlar kullandıklarını, bakanlığın bu konuda kısıtlayıcı olmadığını teyit ettiler. Ayrıca her üç devlet hastanesinin yöneticileri de Çin malı cihaz kullanmadıklarını kesin bir şekilde belirttiler.
Aslında Turhan Çömez’in de çok iyi bildiği bu uygulamanın, yeni olmadığı aşikârdı. Ancak Jakuzi yalanında uygulanan teknik ilmek ilmek bu olayda da uygulanmıştı. Hastanın ölümüyle ilgili de ölüme yol açabilecek bir düzine başka nedenler de mevcuttu ve ölümün sadece bu cihaza, cihaz alımının da direkt sağlık bakanına bağlanması açıkça çarpıtmaya yol açıyordu.
Gerçekte Bakan Fahrettin Koca veya Sağlık Bakanlığı ne böyle bir yönergeyi ilgili kurumlara iletmişlerdi, ne böyle bir kısıtlamaya gitmişlerdi. Önceki dönemlerde cihazlar hangi mevzuat gereği alınıyorsa yine aynı şekilde, aynı kalite standartları gözetilerek alınıyordu.
Öyleyse durum neyin nesiydi?
İşte burada son günlerde artan karalama kampanyasının genetiğini anlamaya ihtiyacımız var. Bu manipülasyon tekniği gerçeğin birkaç dokunuşla daha inandırıcı yalana dönüştürülmesinden ibaret. Yani ortada hiç olmayan bir durumu varmış gibi göstermek yerine, var olan bir olayı kendi gerçekliğinden saptırmak. Böylece hem daha inandırıcı olacak hem kitlelerin gerçeği bulmaları zaman ve emek isteyecekti.
Necati Özkan “Jakuzi” derken bilerek bu ifadeyi kullanmıştı. İsrail’le ticareti “jet yakıtı” yalanı ile kodlayanlar bilerek bu tamlamayı tercih etti. Şimdi yeni yalan Çin malı stapler üzerinden dolaşıma sokuldu.
Yalanın tutması için öncelikle hatip anlatacağı konuda uzmanlığıyla konuya giriş yapar ve dinleyenlerde güven uyandırır.
“Biliyorsunuz ben uzun yıllar yurtdışında bağırsak kanserleri üzerine çalıştım” cümlesi tam da güven oluşturmak üzere kurgulanmıştı. Herkes bu konuda uzmanlığına inandıktan sonra araya serpiştirilecek birkaç yalan göze batmaz ancak algı bu birkaç yalan üzerine kurulur. Tıpkı Özkan’ın ifadelerindeki 6 bin metrekare başkanlık odasının iki üz metrekare, jakuzinin küçük bir duştan ibaret olması gibi. Ya da İsrail’in soykırımda kullandığı uçakların yakıtının, birkaç sivil havacılık faaliyeti gösteren uçaklara verilen yakıt olması gibi.
Son söz usta gazeteci diye kırk yıldır ülkede pohpohlanan Dündar’a. Hani şu 28 Şubat’ın darbe çığırtkanı, hani şu Cuma namazına gittiği için öğrenci ve öğretmenleri milli güvenlik sorunu edasıyla haberleştiren, onları ayrıştıran, çocukların psikolojilerini hiç düşünmeden sorumsuzca laiklik tellaklığına soyunan Dündar’a!
Günlerdir iftiraya uğradığını, kişilik haklarının çiğnendiğini söyleyip ekran ekran ağlıyorsun. Peki, şimdi senin huzurunda bakan bile olsa bir başka insana iftira atılıyor, niçin gık bile çıkaramıyorsun?
“Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın!” Demişti Rus romancı Tolstoy.
Başkalarını duymaya ne zaman başlayacaksın sn. Dündar?