ABD'den maaş alan MAH'tan Karabağ'ı kurtaran MİT'e

Hiç şüphesiz devlet kurumlarıyla güçlüdür. Devletin devlet olabilmesi için kurumların arasında çekişme, çatışma değil entegrasyon olmalıdır. İşte devletin devlet olduğu ortamda belki de geçmişte kara kara düşündüğümüz ama bir şey yapamadığımız Karabağ’ı Ermenistan’dan kurtarıp Azerbaycan’ın zaferini beraber kutladık. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden sonra açıkladığı kabinede belki de en fazla dikkat çeken isim Hakan Fidan olmuştu. Herkes Hakan Fidan’ın nasıl bir sınav vereceğini merakla bekliyordu.

Nitekim Hakan Fidan göreve gelir gelmez özellikle Avrupa ile olan ikili ilişkiler konusunda adımlar atarak Türkiye’nin yüzünün halen Avrupa’ya dönük olduğunun sinyallerini verdi. Özellikle AB Komiseri’nin Türkiye ziyareti bunun en net örneğiydi. 

Bunun yanında terörle mücadele konusunda da MİT Başkanlığı dönemindeki kararlılığını sürdürecek adımlar attığını da son haftalarda yaptığı açıklamalardan görebiliriz. 

Ben ilerleyen süreçlerde Hakan Fidan etkisinin dış politikada kendisini iyice hissettireceğini düşünüyorum. Çünkü Fidan zaten MİT’in başındayken yaptıkları ile Türkiye’nin dış politikasının temellerinin atılmasında büyük rol oynamıştı. Zaten bu nedenle Cumhurbaşkanı tarafından devlet hizmet madalyası verilmişti. 

Peki MİT’in başındayken ne yapmıştı Hakan Fidan?

Bu soruyu cevaplayabilmek için MİT’in tarihteki durumunu bilmemiz şart. Özellikle teşkilat içerisindeki dönüşümün nasıl gerçekleştiğini bilmemiz için işin evvelini bilmemiz gerekiyor.

Sözü uzatmadan MİT’in henüz yeni kurulduğu dönemlere gidelim. MİT, önceleri Milli Emniyet Hizmetleri olarak yani MEH veya bilinen adıya MAH olarak kuruldu. Teşkilatın henüz kendini ispat bile edemediği dönemlerde Alman istihbaratının etkileri görülmeye başlamıştı. Fakat İkinci Dünya Savaşı ile birlikte MAH, ABD’nin etkisine girmişti. Bırakın etkilenmeyi ilerleyen süreçlerde MAH çalışanlarının maaşını bile CIA ödemeye başlamıştı. Bunun karşılığında ise hem ülke içinde hem de Orta Doğu’da yapılan tüm istihbari faaliyetler CIA’ya rapor ediliyor ve ABD politikaları bu çerçevede gelişiyordu. (Philip Agee - CIA Günlüğü)

Bu durum darbelerin de kapısını açmıştı. Önce 60 darbesi ardından muhtıralar en sonunda da kanlı 80 darbesi yapılmış ve tüm bu askeri darbelerin arkasında CIA’nın ve devşirmesi haline getirdiği MAH’ın olduğu ortaya çıkmıştı.

Tüm bunlar yaşanırken elbette ülkesini seven vatanına bağlı isimler de karşı istihbarat faaliyetlerini başlatmıştı ama sistematik olmayan bu faaliyetler net sonuçlar doğurmamıştı. Çünkü ülkemizde istihbari faaliyetler için kullanılan tehçizatlar bile CIA tarafından verilmişti. Hatta bu yolda birçok isim faili meçhul cinayetlere kurban gitmişti. 

90’lı yıllara geldiğimizde ise Türkiye, kimlik bunalımı yaşayan istihbarat üyelerinin adeta bir iç çatışmasına sahne olacaktı. Tabi tüm bunlar olurken ülke dışında faaliyetlerinin CIA’dan kopyala yapıştır şekilde alan FETÖ yapılanması da devletin kılcal damarlarına kadar sızmıştı.

Tüm bunlar karşısında devlet, karşı atak yapmak istese de kurumların içerisindeki sızıntılardan dolayı hareket kabiliyetini kaybetmişti. Yani önce kurumlardan başlamak gerekiyordu. Millileşmek ve ihanet edenlerden temizlenmek gerekiyordu.

İşte Hakan Fidan ismini daha TİKA dönemlerinden bu açıdan takip etmek doğru olacaktır. Çünkü Fidan, TİKA’nın başındaki yıllarında yurt dışında CIA kopyası faaliyetler yapan FETÖ ile ilgili edindiği bilgi ve tecrübelerle MİT’te önce müsteşar yardımcısı ardında da müsteşar olarak göreve gelmişti.

Sürecin en mühim adımı ise önce kurum içerisindeki yabancı istihbarat ajanlarından ve FETÖ üyelerinden kurtulmak oldu. Çünkü bir ülkenin en önemli kurumu olan istihbaratının milli olmaması o ülkenin her an darbe veya iç çatışmalarla işgali anlamına geliyordu.

Uzun ve çetrefilli süreçlerin ardından Fidan, defalarca FETÖ ve arkasındakilerin hedefi olsa da mücadelesini sürdürmüş ve bu ülkenin FETÖ gibi bir beladan kurtulmasının yolunu açmıştı. Sadece bu bile yeterli olurdu üstün hizmet madalyası için. Ama Fidan’ın MİT içerisindeki dönüşüm çalışmaları da gerçekten kritik adımlardı. Kendi istihbaratımızın yabancı servislerin kontrolünde olması utancından yine Fidan döneminde kurtulmuş olacaktık. 

DEVLET KURUMLARI ARASINDAKİ ENTEGRASYON

Bu durum neyi değiştirdi derseniz şöyle bir kıyaslama yapmanızı rica edeceğim. Özellikle 90’lı yıllarda MİT, emniyet, ordu ve siyasetin farklı tellerde hareket etmesi sonucunda terör örgütleri çok kolay baskınlar yapıyor ve hepimizin canını acıtıyordu. Mesela Dağlıca baskını…

Fakat MİT ve sırayla diğer kurumlarda yaşanan değişim ile birlikte siyaset, ordu, emniyet ve istihbarat arasındaki entegrasyon, bırakın ülke içindeki baskınları durdurmayı ülkenin savunma hattını Suriye, Irak hatta Libya’ya kadar ilerletti. Bu da terörün kökünün kurutulmasında önemli adımlar atılmasına neden oldu. Bu entegrasyon olmadığı takdirde devlet içinde yapılan kritik bir hata sonunda felaketler doğurabilirdi. 2015 yılında Rus uçağının düşürülmesi konusu bunun açık göstergesiydi. 

Fidan döneminde yaşanan bu entegrasyon ile birlikte "MİT-TSK veya MİT ve Emniyet" ortaklığında birçok operasyon yapılmış ve birçok terör örgütü liderleri etkisiz hale getirilmişti. Bunun yanında özellikle Azerbaycan'a verilen destek ile Karabağ yeniden Azerbaycan toprağı oldu.

Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde yapılan hamleler, Türkiye'nin NATO ve uluslararası arenada stratejik bir konuma gelmesini sağladı. Bu önümüzdeki sürecin proaktif diplomasi dönemi olacağını gösterdi. 

Hiç şüphesiz devlet kurumlarıyla güçlüdür. Devletin devlet olabilmesi için kurumların arasında çekişme, çatışma değil entegrasyon olmalıdır. İşte devletin devlet olduğu ortamda belki de geçmişte kara kara düşündüğümüz ama bir şey yapamadığımız Karabağ’ı Ermenistan’dan kurtarıp Azerbaycan’ın zaferini beraber kutladık.