Prof. Dr. Teoman Duralı'yı öğrencisi Prof. Dr. Cengiz Çakmak anlattı! Çağı çok iyi analiz etmiş insanlardan biriydi
Prof. Dr. Cengiz Çakmak, felsefe alanlarındaki çalışmalarıyla bir medeniyet perspektifi sunan Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı'yı anlattı. Duralı için "Çelebi bir insandı" diyen Çakmak, "Kadar büyük donanımına rağmen tanıdığım en mütevazı insanlardan biriydi." dedi.
- Felsefe alanlarındaki çalışmalarıyla bir medeniyet perspektifi sunan Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı vefatının 2. yılında anıldı.
- Duralı'nın öğrencilerinden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cengiz Çakmak, hocasından öğrendiklerini, düşüncelerini ve amaçlarını anlattı.
- Çakmak, Duralı ile yaklaşık 40 yıllık bir tanışıklığı olduğunu belirterek, "Halen masamda hocamın söylediği kitaplar var. Onunla ilgili çalışmaları hala okuyor, dinliyorum. Hocayla ilk tanıştığım zaman felsefe bölümünde gencecik bir öğrenciydim. İlk zamanlar o bizim antik çağ, onun deyişiyle eski çağ felsefesi derslerine girerdi. Bir de felsefeye giriş dersi yapıyordu." dedi.
"DONANIMINA RAĞMEN EN MÜTEVAZI İNSANLARDAN BİRİYDİ"
- Teoman Duralı'nın öncelikle insani yönünden etkilendiğini söyleyen Çakmak, "Çelebi bir insandı. O kadar büyük donanımına rağmen tanıdığım en mütevazı insanlardan biriydi. Bir de etkilendiğim en önemli yönü şuydu; hiçbir öğrenciyi ideolojik anlamda ayrıma tabi tutmazdı." diye konuştu.
- Cengiz Çakmak, Duralı'nın her zaman net ve sert fikirlere sahip olduğunu vurgulayarak, şu bilgileri verdi:
"Hocanın aslında en önemli yönü akademik anlamda iyi insanların yetişmesine çok yardımcı olmasıydı. Seri bir şekilde akademisyen yetişmesine katkı sağladı. Hepimizin sadece akademik olarak değil, ahlaki anlamda da yetişmesine yardımı olmuş bir insandır. İnsani anlamda da bize çok şey kazandırmıştır. Bu kadar yardımsever olmasına rağmen hiçbir zaman bir karşılık almamıştır. Hocamın benim açımdan eleştireceğim yönü; olmayacak insanlara bile yardım etmiş, akademik anlamda yükseltmiştir. Türkçesi olmayan insanlara bile katkı sağlamıştır. Hocam çoğu zaman bu insanların yazılarını bile kendi yazmıştır. Ama hocamın ölümünden sonra süreci gördüğüm zaman kendi adıma üzüldüğümü söyleyebilirim."
- İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Duralı'nın çalışma odasındaki kişisel eşyalarından geriye pek bir şey kalmadığını da aktaran Cengiz Çakmak, "Burada benim de büyük bir kusurum var. Ben bu odayı gözden kaçırdım. Odasında bir koltuğu vardı. O koltuk hoca için önemliydi. Hoca hiçbir dünya malına önem vermezdi ama eşyaları manevi ve tarihsel yönden değerlendirirdi. Hocam emekli olduktan sonra yıllar önce buraya geldiğinde, o koltuğun koridorda olduğunu görünce, betinin benzinin attığına tanık oldum. Ben üzüldüğünü anlardım. Koltuğu yeniden odasına gönderdik. Uzun zamandan beri hocanın odasına girmemiştim. Bölüm Başkanı olarak gereğini yapamadığım içim cız etti. Hocama ilişkin çok az eşya gördüm. Umarım ben ve benden sonraki arkadaşlarım hocamıza olan saygının gereğini yapacak." ifadelerini kullandı.
"HOCA BİZE DAVRANIŞLARIYLA NE YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ BELLİ EDERDİ"
Prof. Dr. Çakmak, Duralı'nın önemli yönlerine de değinerek, şunları kaydetti:
"Hocamıza göre akademisyenlik çok ciddi ve sorumluluk isteyen bir işti. Bu anlamda masa başında günümüzün üçte birini geçirmemizi isterdi. Onun tabiriyle 'Dizini kıracak, oturup çalışacaksın. Bu iş 10 dakikalık okumalarla olmaz.' derdi. Bunun yanı sıra hocanın dağcılık olayı vardı. Eski dostlarından biri de Yalçın Koç'tur. Beraber dağlara çıkarlardı. Ama hocanın Yalçın Koç kadar dağcılığı sistematik yapmadığını zannediyorum. Hocanın diğer yönü de seyyahlıktı. Dağlarda, bayırlarda gezerdik ve bizi teşvik ederdi. Bir yönü daha vardı hocanın; insanlarla ilişki kurmak. Bunun için hoca, ben bildim bileli toplu ulaşımı kullanırdı. İmkanları olsa da otobüse binerdi. Oturmazdı da ayakta dururdu. En dibe gider, orada kitaplarını okurdu. Aslında hoca önce bize davranışlarıyla ne yapmamız gerektiğini belli ederdi."
Prof. Dr. Duralı'nın 10 dil bildiğini ve başka lisanlar öğrenmeleri tavsiyesinde bulunduğunu aktaran Çakmak, "Kendisi biyoloji alanında çalışmıştı. Bizden de dil bilmemizi ya da herhangi bir bilim alanıyla ilgilenmemizi isterdi. Çok net bir fikri de vardı; 'Eğer dil bilmiyorsan, herhangi bir bilimsel arka planın yoksa felsefede ilerleyemezsin.' derdi. Platon, Aristoteles, Descartes ve Kant gibi büyük filozofları çalışmamızı isterdi. Bir de gündelik siyasete bulaşmamızı istemezdi. Ama her filozof gibi onun da politik tavrı vardı. Türkiye ve dünya sorunlarıyla ilgilenir, felsefi anlamda bunlara öneriler getirmeye çalışırdı." dedi.
"GERÇEK MANADA BİR ÜNİVERSİTE KURABİLMEK HEDEFİYDİ"
- Prof. Dr. Duralı'ya göre her zaman felsefenin devletle ve kültürle bağlantılı olduğunu vurgulayan Çakmak, "Felsefeleşmiş medeniyetlerin önemli olduğunu düşünürdü. Felsefeleşmiş medeniyetin tipik örneğini Osmanlı olarak görürdü." ifadesini kullandı.
Cengiz Çakmak, Duralı'nın akademik alandaki hedeflerine de değinerek, şunları söyledi:
"Hedeflediği 2 şey vardı. Biri gerçek manada bir üniversite kurabilmekti. Gerçek manada bir üniversite kurabilmenin modellerini yazdığı kitaplarda anlattı. Hocaya göre üniversiteyle iktidar arasında mesafe olmalıydı. Üniversitenin kendi iç dinamikleri olduğunu düşünürdü. O iç dinamikleri de çok sevdiği Aristoteles ve Kant üzerinden kurgulardı. Ona göre felsefe ve metafiziğin işi bilim yapmanın çerçevelerini belirlemekti. Bunun da anlamı şuydu, felsefe bölümleri olmadan üniversite boştur, kördür. Daha sonra metafiziğin ahlak kısmına geçerdi. İyi insan olmak nedir?, Hayatın anlamı nedir? soruları üzerinden giderdi. Üniversitenin mantık ayağından sonra metafizik ayağı, metafizik ayağına bağlı olarak ahlak ayağı ve yine bu bağlamda Aristoteles ile politik ayağı bir araya getirdiğimiz zaman, hocanın üniversite modelinin Kant anlamındaki karşılığını buluyoruz."
Teoman Duralı'nın en büyük talihsizliğinin popüler olmasından kaynaklandığının altını çizen Çakmak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Popülerlik temel fikirlerin önüne geçen bir durumdur. Hoca çağı çok iyi analiz etmiş insanlardan biriydi. Çağa eleştirel şekilde bakardı. Hocanın sözüyle, 'Entelektüel ve felsefi çalışmalar zırvalıklar değildir'. Hocanın da hiç hoşlanmadığı şey cıvıklık ve zırvalıktı. Bir ideali vardı; felsefeleşmiş bir medeniyeti tekrar kurabilmek. Bunun da felsefe ve bilimle olabileceğine inanıyordu. Hamasetten, bağırıp, çağırıp konuşmaktan da hoşlanmazdı. Hoca her zaman rasyonel, duru bir akla sahipti. Son zamanlarda üzüldüğü şey de şuydu; felsefeleşmiş tavır kaybolunca maneviyatın kaybolduğunu, maneviyatın da geniş bir anlamda sadece din olmadığını düşünürdü. Bunun da küresel İngiliz medeniyetinin yani neoliberal kültürün her şeyi sığlaştırmasına, nicelleştirmesine bağlardı. Ümit insanıydı ama biraz karamsardı. Ümit onun için yaşadığımız dünyanın adaletsizliğini görmekti. Bunların düzeleceğine dair inancı da vardı. Ona göre bilimin arkasında maneviyat ve felsefe olmadan bilim olmazdı. Maalesef çağımızda bilimin arkasında maneviyat da felsefe de yok. Böyle olunca cıvık birtakım bilim adamları şımarık şımarık televizyonlarda bilimcilik yapıyor. Hoca bunlara gülüp geçerdi. Hoca bunlardan 10 kat daha donanımlı olmasına rağmen mütevazı bir adamdı. Asla hocamda kibri görmedim. Biz önce insan Teoman Duralı'yı tanıdık, çok sevdik, çok saygı duyduk umarım ona layık olurum."