Fatih Altaylı Yılmaz Güney tartışmalarına 23 yıl önceki yazısıyla dahil oldu! Adam katil, bayağı bir katil
Gazeteci Fatih Altaylı, 23 yıl önce yazdığı yazıyla Yılmaz Güney tartışmalarına bir kez daha girdi. Yılmaz Güney için "Adam katil. Bayağı bir katil. İçki masasında Yumurtalık Hákimi’ni vurmuş. Siyasi yön falan yok olayda." ifadelerine yer veren Fatih Altaylı, Farah Zeynep Abdullah'ın gündem olan paylaşımları sonrası o dönemin kamuoyundaki fikirlerine yer verdi. İşte Fatih Altaylı'nın "Yeni bir tartışmaya çeyrek asırlık bir katkı" başlıklı yazısı...
Oyuncu Farah Zeynep Abdullah'ın Yılmaz Güney hakkındaki paylaşımı sonrası kamuoyunda büyük bir tartışma başladı.
Kendisine destek ve tepkiler gelirken, Yılmaz Güney'in ailesinin dava açacağı haberleri çıktı. Bunun üzerine Yılmaz Güney bir paylaşım daha yaptı ve "Hakimi vurmak yok ama" ifadelerine yer verdi.
Tartışmalar kamuoyunda büyük bir yer tuttu ve gündem oluşturdu.
Gazeteci Fatih Altaylı da Yılmaz Güney tartışması hakkında kendi sitesinde bir yazı kaleme aldı. 23 yıl önce de başlayan Yılmaz Güney tartışmasını kendisinin ateşlediğini belirten Altaylı, eski yazsını yeniden gündeme taşıdı.
Türkiye'de kesimlerin iki farklı düşünce ile Yılmaz Güney'e yaklaştığını vurgulayan Fatih Altaylı, tartışmaların bir kez daha sonuçsuz kaldığını ifade etti.
23 yıl önceki yazısından sonra kamuoyundaki görüşleri de köşesine taşıyan Fatih Altaylı, o dönem ki yazısında Yılmaz Güney için 'Katil' ifadelerini kullanmıştı.
İşte Fatih Altaylı'nın "Yeni bir tartışmaya çeyrek asırlık bir katkı" başlıklı yazısı;
Genç bir kadın sanatçının Yılmaz Güney hakkındaki sözlerinin ardından “bir kez daha” bir Yılmaz Güney tartışması başladı.
Bir kez daha diyorum, çünkü bu tartışma, biraz daha derinlikli bir biçimde ve tartışmanın daha mümkün olduğu bir dönemde bir kez daha yapılmış, bir kez daha sonuçsuz kalmıştı.
Hemen hemen çeyrek asır önce yapılan bu tartışmanın fitilini ateşleyen ya da kuyuya taşı atan ise bendenizdim.
Yeni milenyumun ilk yılıydı.
Yılmaz Güney’in hayatı film haline getirilecekti. Ki, getirilmeliydi. İlginç, tartışmalı bir kişilikti. Hikaye olmaya değer bir yaşamı vardı.
Senaryoyu değerli sanatçı İnci Aral yazmıştı ve Hürriyet’in Pazar ilavesine bir röportaj vermişti.
Bu röportaj üzerine o zaman yazdığım Hürriyet gazetesinde bir yazı kaleme aldım.
Ve 23 yıl önce şöyle yazdım:
“Pazar günü Hürriyet Pazar’da bir röportaj. Konu Yılmaz Güney.
Yılmaz Güney’in ülkesinde sinema yapma olanakları elinden alındığı için yurtdışına kaçmak zorunda kaldığı, büyük bir sinemacı ve düşünce adamı olduğu, bu yüzden Türkiye’yi terk etmek durumunda bırakıldığı anlatılıyor sayfalarda.
Güney’in hayatı film olacakmış. İnci Aral da senaryoyu yazıyormuş. Filme bir itirazım yok da, İnci Aral’ın söylediklerine itirazım var. Yılmaz Güney’in ne olduğunu yeni nesiller bilmediği için bu yutturmacaları yazıp duruyorlar.
Yılmaz Güney kadın döven, entelektüel yönü zayıf, maço bir adam aslında.
İlk eşi Nebahat Çehre’yi dayaktan geçiren, Çehre’nin kaçıp kurtulduğu bir adam.
Hapisten kaçıp yurtdışına gitmesinin ise fikirle mikirle alakası yok.
Adam katil. Bayağı bir katil.
İçki masasında Yumurtalık Hákimi’ni vurmuş.
Siyasi yön falan yok olayda.
Adi bir katil. Sonra hapisten kaçıp yurtdışında tutunmak için kendine siyasi bir hava yaratmış.
Sanki düşünce suçlusu gibi.
Senaryoyu yazan İnci Aral, röportajda bu cinayetten hiç söz etmiyor. Üzerinden, ‘‘Yumurtalık olayı!’’ diye geçiyor. Yumurtalık olayı denen mesele, Yılmaz Güney’in basit bir katil olduğunu ortaya çıkaracağı için atlanıyor.
Kadın döven bir katilden, bir mit yaratmak için gerçekler saptırılıyor.
Benim için Yılmaz Güney, Türkiye’nin Avrupa’daki imajını yerle bir eden, bunu da kendi menfaatleri için yapan bir katildir.
Bugün hâlâ Avrupa’da Yılmaz Güney’in mirasıdır başımıza bela olan…
Gerisi palavra”
Bunun üzerine Türk basınında bir tartışma başladı ve farklı görüşlerden farklı yazarlar ve Yılmaz Güney’in yakınları farklı görüşler dile getirdi.
Bakın Güney hakkında 23 yıl önce neler demişler:
DÜNYA KARARINI VERMİŞ
Güney lumpen miydi? Marksist terminolojiyi hatmetmiş değilim, ama sanırım evet. Kökenleri, eğitimi ve yaşam serüveni onu kaçınılmaz olarak lumpen yapmıştı. Bu bir suç mu? Güney katil miydi? Orada değildim, ama büyük bir olasılıkla evet. Ama bu cinayet zaten onun lumpenliğinin ve kamudaki imajının kaçınılmaz sonucuydu.
(…) Peki biz toplum olarak, Güney’i hangi kimliğiyle hatırlamalıyız? “Lumpen katil” olarak mı? Yoksa o birbirinden güzel filmlerin, bunca yıl sonra hâlâ insanın gözünden yaş getiren senaryoların yaratıcısı olarak mı? Dünya bu konuda kararını çoktan vermiş. Larousse’dan Halliwell Filmgoer’s Companion’a tüm ansiklopedik kaynaklarda yer alan hemen tek Türk sinemacısı o. Filmleri Film Guide’lara girmiş tek sanatçımız. Peki Nazım üzerine artık oluşmuşa benzeyen ‘‘consensus’’ Güney’den niye esirgeniyor?
Atilla Dorsay (27 Ocak 2000, Sabah)
O SADECE BİR LÜMPENDİ
Dün Fatih Altaylı çok güzel yazdı, Yılmaz Güney’in bireysel yaşamındaki yanlışlarının memleketimizdeki sol düşüncede itibar görmesi ve onun teoride anlatılan ‘‘sosyalist birey’’in neredeyse gerçek yaşamdaki saf hali şeklinde sunulmasıydı.
(…) Güney sadece bir lumpendi. Yaşam ideolojisi de yaratsa yaratsa ancak lumpen sosyalistler yaratabilirdi, zaten öyle de oldu. Sol düşüncede bir zamanlar (ben de dahilim buna) ARKADAŞ filmi, bence film tarihinde insani ilişkiler hakkında en acımasız, en tehlikeli ve en yanlış mesajları veren filmdi. Emeğiyle para kazanan orta sınıf insanlarına karşı kin yaratan, silaha tapan, kişilere uzaktan haince bakan insanları Türkiye’nin geleceğinin sahipleri olarak sunan bu film, normal bir ülkede bence sosyalizmin yüz karası olurdu.
Serdar Turgut (26 Ocak 2000, Hürriyet)
HEPTEN YOK SAYAMAYIZ
Fatih Altaylı, yazısının bazı bölümlerine katılmamama rağmen, bir tabuyu yıkarak, önemli bir işlevi başlatmış oluyor.
Evet, insanları ve kurumları kutsallaştırmayı pek seven geleneğimizi sorgulamanın tam zamanı! Ancak bazı düzeltmeler yapmak gerekiyor. Kutsallaştırmanın karşıtı yerme, ele alınan insanların katma-değerlerini hepten yok saymak olmamalı. Ayrıca, kutsallaştırma geleneğini de sadece Türk soluna ait bir bağnazlık olarak görmek resmin sadece bir yönüne işaret etmektir.
Yılmaz Güney bir cinayet sanığı! Donanımı da oldukça şüpheli bir kişi. (…) Ancak Turgut’un bugün beğenmediği ‘‘Arkadaş’’ adlı filmi, sinemalara yansıdığı dönem itibarıyla, bence önemli bir mesaj taşıyordu. Orta sınıfı rahatsız eden bu film o tarihte, bu sınıfın aymazlığından dem vuruyordu. Bugün yine orta sınıfa marka özlemi, gösteriş merakı gibi nedenlerle içerlemiyor muyuz?
Cüneyt Ülsever (27 Ocak 2000, Hürriyet)
GÜNEY PKK YANLISIDIR
Yılmaz Güney belki yetenekli ama eğitimsiz, tipik bir ‘‘lumpen sinemacıydı’’. (…) Yılmaz Güney de kadın döven, adam öldüren, kumarhane işleten, tipik bir maçoydu, Beyoğlu’nun yan sokaklarının bir unsuru… “Siyasi baskılardan” falan değil hapishaneden kaçıp Fransa’ya gitmişti, suçu da politik falan değil, düpedüz adam öldürmekti, cinayet işlemekti yani. Yılmaz PKK yanlısıydı. Apo ne kadar devrimciyse, Yılmaz da o kadar devrimcidir.
Engin Ardıç (27 Ocak 2000, Star)
100 YILA YAKIN CEZASI VARDI
Yılmaz Güney adı son günlerde başlatılan haksız ve çirkin bir kampanyayla kirletilmeye çalışılıyor. Bir eleştiri üslubu ve sınırlarından uzak biçimde Yılmaz Güney’in kişiliği üzerine yapılan hakaretler olarak gelişen kampanyaya inanıyoruz ki başta okuyucuları, seyircileri, sanatçı dostları ve en önemlisi onun eserleri yanıt verecektir.
Ölümünden onyedi yıl sonra Yılmaz Güney’in belli bir dönemi ve özel hayatının bazı ayrıntılarının öne çıkarılmasının ve ‘‘lumpen katil’’ gibi nitelemeler yapılmasının, yazılarının, filmlerinin hatta fotoğraflarının bile uzun yıllar yasaklı kalmasından dolayı onu tanımayan genç kuşaklara 12 Eylül generallerinin mantığı ve dili doğrultusunda bir imaj empoze etmeyi amaçladığı ortadadır.
Yılmaz Güney yurtdışına yalnızca Yumurtalık Olayı nedeniyle kaçmış değildi. Düşünceleri yüzünden 100 yıla yakın ceza almıştı. O bir düşünce suçlusudur.
Bugün yapılan eleştiriler, soğuk savaş döneminin McCarthy’ci anlayışından kalma ilkel ve art niyetli açıklamalardır. Basın ahlak ilkelerine ve etiğine aykırıdır. Altaylı, Ardıç, Turgut hakkında şahsım adına avukatım hukuki işlem başlatacaktır.
Eşi Fatoş Güney
ALTAYLI’YI YANLIŞ TANIMIŞIM
Yılmaz Güney her şeyden önce iyi bir yazar, iyi bir öykücü, 1970 yılında Orhan Kemal Ödülü almış bir yazar. Bütün yaptıklarına ve yazdıklarına bakınca onun kesinlikle bir entelektüel olduğunu görüyorum. Fatih Altaylı’nın yazısını, üslubunu ona hiç yakıştıramadım. Ben onu yanlış tanımışım. Yılmaz Güney hakkında ‘‘eli kanlı katil’’ şeklinde bir tanım kullanmasını kınıyorum.
Filmin senaristi İnci Aral
HEM ONA HEM HALKINA HAKSIZLIK
Yılmaz Güney, halkın değerli bir evladıdır. Onun zulüm düzenine karşı hıncı, halkın kıvılcımıdır. Altın yeteneği insanlığın zenginliğidir.
Bence hem ona, hem onun canıyla bağlı olduğu halkına yapılan en büyük haksızlık ve yanlışlık, efsaneleştirilmesi olmuştur. Bu, onun yanlışlarını da görmezden gelme, giderek savunma sonucunu doğurmuştur. Mitosculuk-efsanecilik, bilim öncesi çağın tutumudur.
Bence yanlışlık, kendi değerlerimize, yanlışlarının altını çizerek sahip çıkmadığımız noktada başlıyor. Şimdi üstünde tartışılan ‘‘hakim öldürme olayı’’ zamanında soğukkanlı değerlendirilmiş olsaydı, bugün hortlamazdı. Yanlış bakış, karşı kutba taşımıştır. Olay sıcağı sıcağına eleştirilmiş olsaydı, hem Yılmaz Güney kârlı çıkacaktı hem devrimci düşünce. Yılmaz Güney’e yaklaşımdaki yanlışlığın iki kutbu var: Biri, toptan yok sayma, saldırı, kara çalmadır. Diğer kutbu, efsaneciliktir. Bu da, gerçeğe karşı körlüğü besliyor. Yılmaz Güney’i mitos elbisesinden çıkarırsanız, yanlışları ve doğrularıyla fakat insan güzelliğiyle ortaya çıkar.
Arkadaşı Nihat Behram