Payzın Paradoksu

Halil Kurbetoğlu yazdı...

Halil Kurbetoğlu Yazar h.kurbetoglu@gmail.com

Çıktığınız uzun bir gemi yolculuğunda kaptanı seçmek için gemideki yüz elli kişinin rastgele oy kullanmasını mı yahut denizciliği bilen deneyimli kimselerin oyuyla kaptanın seçilmesini mi isterdiniz?

Bu soruyu Platon, Cumhuriyet adlı eserinde hocası Sokrates’in ağzından Ademantus’a sorar.

Ademantus’un cevabı bellidir:

“Tabiki deneyimli kişilerin seçmesini isterdim.”

Bunun üzerine Sokrates tartışmayı şu sözlerle bitiriverir:

“Peki ama nasıl olur da bir ülkedeki yetişkin ve rastgele seçilmiş bir grubun koskoca bir devleti kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu kabul edebiliriz?”

Yaklaşık 2500 yıl önce ilk olarak Atina’da farklı versiyonlarıyla hayata geçirilen demokrasi üzerine çeşitli düşünürler hala kalem oynatıyor. Demokrasiyi her açıdan ele alan yazarların demokratik rejimlere getirdiği eleştiriler aşağı yukarı aynı.

Yukarıda alıntıladığım örnekte olduğu gibi halkın devlet yöneticilerini seçebilme donanımıyla ilgili sorunlar bu eleştirilerin en başında geliyor.

“Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi?” meselesi sandığımızdan çok daha eski bir mesele…

Demagoglar, yani kelime anlamıyla halk avcıları demokrasilerde baş aktör olarak karşımıza çıkıyor.

Yine Sokrates’in verdiği bir örnekte olduğu gibi daima şeker dükkanı sahibi bir doktordan daha fazla ilgi ve alakaya mazhar oluyor. Dolayısıyla manipülasyona açık olduğu için rasyonel olarak sonuçlar pek de tatmin edici olmuyor.

Bütün bu eleştirilere elbette katılıyorum.

Ancak demokrasi literatürünü zenginleştirecek ve sanırım sadece bizim ülkemize has bir problemi de masaya yatırmak, haklı haksız taraflarını tartışmaya açmak isterim.

Payzın Paradoksu!

Adını Payzın Paradoksu diye koymak istediğim bu anomaliyi tarif etmeden önce Kadıköy’den başkan adaylığını açıklayan Fatih Maçoğlu’nun Şirin Payzın’la yaptığı programı hatırlamamız gerekiyor.

Geçtiğimiz günlerde efsane başkan diye yere göğe sığdıramadıkları Maçoğlu’nu Halk Tv’de programa konuk eden Payzın konuğunu soru sormanın ötesine geçerek baskı altına aldı. Gözlerinin içine baka baka şu soruyu sordu:

"Ne alakası var Kadıköy'le Maçoğlu'nun ne alaksı var? Neden Tunceli garantiyken orada kalmayıp da CHP'nin kalesi olan ve dengelerin hassas olduğu bir yere giriyorsunuz. Taş yerinde ağırdır. Niye orada kalmıyorsunuz Ya da gidecekseniz neden Hatay'a gitmiyorsunuz?"

Maçoğlu sorulara kendi üslubunca cevap vermeye çalışsa da diğer yorumcular da benzer tepkiler gösterdiler. Özellikle Barış Terkoğlu gibi “demokrasi demokrasi” diye ekran ekran gezenler de dahil olmak üzere en doğal demokratik haklardan biri olan seçme seçilme hakkına yönelik Maçoğlu’na ağır eleştirilerde bulundular.

Maçoğlu veya herhangi başka bir aday, yasalarımıza göre istediği yerden aday olabilir.

Kadıköy kimsenin tapulu arsası değil.

Bunu sorgulamak da gazetecilik değil bir grubun menfaat bekçiliği ya da tetikçilik.

Yaşanan hadiseyi düşünürken soru soran gazeteci görünümlü anti-demokrat tavır ve özgürlük meşalesini ellerinden düşürmeyen bu zevatın nasıl ikircikli ve hastalıklı bir yapıya sahip olduğunu da bir kez daha görmüş olduk.

Şimdi Payzın’ın veya Payzın gibilerin demokrasiye inandıklarını, demokratik hakları savunduklarını kim iddia edebilir?

Onların demokrasi dedikleri şeyin direkt kendi menfaatleri olduğu, menfaatlerine zeval geleceğini düşündükleri anda baskıcı bir zorbaya dönüştükleri zaten bilinen bir gerçekti ama bu artık gün gibi ortaya çıktı!

İşte işin çıkmaza girdiği nokta tam da burada başlıyor.

Demokrasi tarihine yapılan o büyük eleştiri külliyatını düşündüğümüzde dağdaki çobanın oyunu haklı ve isabetli gösterecek bir sorunsalı masaya bırakıyor ve herkesin yeniden düşünmesini istiyorum.

Başta sorulan o soruyu bir daha düşünelim ve gemide üç kişinin olduğunu birinin Payzın, diğerinin de gemicilikle ilgisi olmayan sıradan bir çiftçi olduğunu varsayalım.

Payzın, eğitimli görünen, diplomalı, aydın fikirleri olduğunu iddia eden, bilime inandığını varsayan bir profil olsun. Ancak bir takım ideolojik saplantılarla da kuşatılmış, en temel gerçekleri bile bu ideoloji uğruna evirip çeviren takıntılarla malul olsun. Çiftçi ise herhangi diploma ve eğitimi olmayan ancak herhangi bir saplantıyla da malul olmayıp en temel gerçekleri kendi menfaat veya ideolojisine göre evirip çevirmeyecek yapıda olsun.

Bu durumda siz kaptanı kimin tayin etmesini isterdiniz?

İdeolojik saplantılarla görüş kirliliğinden mustarip diplomalı Payzın’ın mı yoksa tek amacı güvenli bir sahile gemiyi nasıl çekebileceğini düşünen, diploması olmasa da amaca uygun hareket kabiliyetini yitirmemiş bir çiftçinin mi?

İşte buna “Payzın Paradoksu” diyorum.

Belki siyaset bilimciler bu paradoksa bir çözüm üretemez ama psikologların mutlaka bir çözüm bulacağına inancım tam.

Tüm yazılarını göster