23 Nisan’a Dair
Bu hafta’nın 23 Nisan haftası olması sebebiyle gecikmiş olsa da bu yazıyı kaleme almayı, Ülkemizin 23 Nisan 1920’deki durumunu kısaca hatırlatmak için yararlı gördüm.
17’nci ve 18’inci yüzyıllarda bir takım önemli ıslahat ve reform çalışmaları ile ayakta durmaya çalışan ve yüzünü Batı’ya dönen, Batı’daki fikir akımlarından etkilenen entelektüel ve gençlik hareketlerine sahne olan, diğer yandan topraklarındaki gayrimüslimlerin milliyetçilik hareketleri ile yıpranan Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya savaşından İtilaf Devletleri safında yenik ayrılması, bu kadim İmparatorluğun çöküş sürecinin son halkası olarak telakki edilebilir. Bu bağlamda 30 Ekim 1918 tarihinde akdedilen Mondros Ateşkes Antlaşması ile ülke topraklarının işgali sürecinin başlayacağının belirtisi olmuştur.
Vatan topraklarımızın işgali, 8 Kasım 1918 tarihinde Britanya ordusunun Musul'u işgali ile başlamış, 9 Kasım 1918’de Britanya ordusu İskenderun'u ve Çanakkale Boğazı'nın iki yakasını işgal etmiş, 12 Kasım 1918’de Britanya, Fransa, ve Yunanistan savaş gemilerinden teşekkül filo İstanbul önünde demirlemiş ve karaya ilave birlikler çıkmış, aynı gün Fransız ordusu İskenderun'u işgal etmiş, 13 Kasım 1918 ve 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilmiştir. Mustafa Kemal ATATÜRK, İstanbul’un işgal edildiği gün Adana’dan İstanbul’la gelmiştir. Nitekim ATATÜRK, “geldikleri gibi giderler.” şeklindeki lügatimize yerleşen sözünü bu tarihte söylemiştir. Akabinde İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birlikleri Osmanlı’nın topraklarını birer birer işgale devam etmiştir.
Kurtuluş savaşının dönüm noktalarından biri de 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunun İzmir'e çıkış yaparak İzmir'in işgalinin başlamasıdır. 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu müfettişi olarak Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan Samsun'a hareket etmiş, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak kurtuluş savaşını başlatmış; Büyük Taarruzla birlikte, 18 Eylül 1922’de de Batı Anadolu Yunan işgalinden kurtarılması, 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Ateşkes Anlaşması ile Doğu Trakya’nın, silahlı çatışma olmadan Yunan işgalinden kurtarılması ve akabinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması ile kurtuluş savaşı sona ermiştir.
22 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Refet Bey, Ali Fuat Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa tarafından Amasya Genelgesi yayınlanmış ve Sivas'ta ulusal ölçekte, öncesinde ise Erzurum'da doğu illeri için kongreler düzenlenmesi çağrısı yapılmıştır. 23 Temmuz-4 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum Kongresi, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında ise Sivas Kongresi yapılmıştır. Bu arada işgaller devam etmekte ve 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya gelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından dönüm noktası olan 23 Nisan 1920’de, I. Büyük Millet Meclisinin açılmıştır. Biryandan işgallere karşı Kuvayımilliye birlikleri çatışmalara devam ederken diğer yandan Büyük Millet Meclisi seçimlerine ve Ankara'da hükûmet kurulmasını önlemek için Damat Ferit Paşa hükümeti destekli Hilafet Ordusu hareketi 13 Nisan 1920’de başlamıştır.
Bu tarihlerde Hilafet Ordusu hareketi Bolu, Gerede, Safranbolu, Çerkeş gibi Anadolu’nun belli bölgelerinde yayılmaya başlamıştır. Diğer yandan ordunun Mondros Ateşkes Antlaşması nedeniyle büyük ölçüde terhis edilmesi nedeniyle Düzce, Hendek, Adapazarı, Beypazarı gibi Anadolu’da iç güvenlik sorunları meydana gelmiş; birçok asker firarisi eşkıya gruplarına katılmış; halkın can ve mal güvenliği büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Yani Kurtuluş Savaşının sadece ve sadece işgalci devletlerle yürütülen bir mücadele olarak telakki edilmesi, tarihi gerçeklere uygun değildir; bu mücadelenin kutsiyetini küçültmektir.
Bu nedenle BMM işgale karşı savaşabilmek, düzenli ordu kurmak, içte oluşan ihanet ve karmaşa cephesini yok etmek, güvenliği ve birliği sağlamak, asker kaçağı sorununu çözebilmek için harekete geçmek zorundaydı. İşte böyle bir ortamda 29 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin 2 sayılı Kanunu olan Hiyaneti Vataniye Kanunu çıkartılmıştır. Ancak bu Kanun’dan beklenen sonucun alınamaması nedeniyle 11 Eylül 1920’de 21 sayılı Firariler Hakkında Kanun çıkartılarak, istiklal mahkemeleri kurulmuştur.
Kıssadan hisse çıkaracaksak eğer bir millet önce kendi içerisindeki hainleri tarihin çöplüğüne atmaz ise o milletin istiklali ve istikbalinden söz edilemez.