Sevilay Çelenk TBMM'de LGBT savunusu yaptı, AK Parti'den sert tepkiler geldi
DEM Parti'li Sevilay Çelenk, TBMM'de yaptığı konuşmada, Paris Olimpiyatları'nın açılış töreninde LGBT hareketine yönelik eleştirileri kınayarak, LGBT topluluğunu savundu. AK Parti Grup Başkanvekili Leyla Şahin Usta, Çelenk'in sözlerine "Allah, Allah!" diyerek tepki gösterirken, DEM Parti İstanbul Milletvekili Kezban Konukçu, LGBT'yi eleştirenleri entelektüel seviyesizliğiyle suçladı.
DEM Parti'li Sevilay Çelenk, TBMM'de yaptığı konuşmada Paris Olimpiyatları açılışına tepki gösterenleri eleştirdi ve LGBT hareketini savundu.
İşte Sevilay Çelenk'in mecliste yaptığı konuşmasında yer alan ifadeler:
''Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de söz hakkımı uluslararası alana ve Türkiye'nin dış politikasına ilişkin genel bir değerlendirme çerçevesinde kullanmak istiyorum.
21'inci yüzyılın ilk çeyreğini de maalesef topyekûn bir savaş endişesinin ciddi biçimde tırmandığı, dünya da çatışmaların sürdüğü, hiçbir coğrafyada barışa ilişkin güçlü bir arzunun ve güçlü bir çabanın ortaya çıkmadığı bir durumda tamamlıyoruz. Gelişkin Batı demokrasileri, uluslararası ittifaklar ve örgütlenmeler çözümü, artan güvenlik tedbirlerinde görüyorlar. Gazze'de soykırımdan Ukrayna'daki savaşa, Orta Doğu'da Suriye, İran ve Irak’taki sürekli gerilimlere kadar felaketin eşiğinde duruyoruz. Pandemi döneminde, henüz neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmediğimiz bir zamanda bildiğimiz dünyanın sonunun geldiğini ilan etmiştik hep birlikte ve her şeyin bundan sonra bambaşka olacağını söyleyenler ve çok güçlü bir savaş karşıtı hareketin yükseleceğine çok inananlar vardı. Çünkü zengin Batı ülkeleri de dâhil olmak üzere sağlık sistemleri çöktü, milyonlar yapayalnız, yoğun bakım ünitelerinde hayatlarını kaybetti. Savunmanın sadece askerî savunma olmayacağı anlaşıldı diye umduk ancak bildiğiniz dünyanın sonu gelmedi. Savaş karşıtı hareket hiçbir biçimde güçlenmediği gibi mülteci karşıtlığı, Suriyeliler başta olmak üzere savaş mağduru sığınmacılara yönelik düşmanlık her türlü yükseldi ve bu yükselme çok düşündürücü. Çünkü barış esasen bir kültür meselesi ve maalesef dünya kültürleri sıklıkla bunu desteklemiyor.
Geçtiğimiz günlerde, 9-11 Temmuzda Washington’da NATO Liderler Zirvesi düzenlendi, NATO'nun kuruluşunun da 75'inci yıl dönümüydü. Daha evvel Sofya’da NATO Parlamenterler Asamblesi Genel Kurulunda ya da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurullarında olduğu gibi burada da en önemli gündem Rusya’nın Ukrayna'yı işgali, Ukrayna savaşı ve Ukrayna'nın desteklenmesiydi. Bu konuda Batılı müttefikler, artık savaşının sona ermesini, barış perspektifini değil, daha çok zafere kadar Ukrayna'yı desteklemeyi öne aldılar. Ukrayna'nın savaşta askerî güç olarak en güçlü biçimde desteklenmesini tek çözüm perspektifi olarak benimsediler. Her iki parlamenterler asamblesindeki toplantılara da katılmıştım ve bu perspektif çok güçlüydü, savunma. NATO bakımından bu anlaşılır olabilir, NATO bir güvenlik ve savunma teşkilatı. Fakat, esasen, uluslararası alanda ve ilişkilerde hiç olmadığı kadar ciddi biçimde bir güvenlik ve savunma bütçesi imkânlarının arttırılması meselesi öne alınıyor. Caydırıcılık temelinde bir güvenlikçi akıl her yeri kuşatmış durumda. Oysa, işte görüyoruz, savaşlar devam ediyor. Hele ki nükleer gücün en önemli caydırıcılık kaynaklarından biri olmasına yapılan vurgu çok endişe verici. NATO Liderler Zirvesi sonrasında yayınlanan deklarasyon bilhassa bu konuda nükleer gücün arttırılmasını, güçlendirilmesini bu kadar endişe verici bir terminolojiyle ele alıyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsüne göre 2023'te küresel askeri harcamalar yaklaşık 2 trilyon 443 milyar dolara ulaştı ve kişi başına askeri harcama 306 dolarla dünyada 1990'dan bu yana en yüksek seviyesinde. Dünya için bir tehdit varsa bu anlayışlarda var.
Türkiye zaten değişen jeostratejik konjonktürde bir türlü nerede konumlanacağına karar veremiyor. Tam sanki çıkarlar gereği yönünü Batı'ya yeniden dönüyor, Avrupa Birliğine çeviriyor gibi sinyaller verirken bir bakıyorsunuz Şanghay İşbirliği Teşkilatının Astana’daki zirvesine katılıyor ama Avrupa Siyasi Topluluğunun İngiltere'deki zirvesinde yok. Dışişleri Bakanımız BRICS ülkelerinin Rusya’daki dışişleri bakanları toplantısına gidiyor. Tabii ki gidilecek buralara da ama önceliğin buraya kayması gerçekten düşündürücü. Bu salınımlar arasında bir yandan Suriye'de Esad’la yeniden bir diplomasi tesis etmek meselesi konuşuluyor. Dünyada bir daha olmayacak dediğimiz soykırımlar dâhil her şeyin yeniden yaşandığı bir konjonktürdeyiz. Ne iç politikamıza ne dış politikamıza istikrarlı, tutarlı ve yurttaşı önceleyen, yurttaşın esenliğini, güvenliğini önceleyen bir akıl yön veriyor. Türkiye’nin iç politikasına olduğu kadar dış politikasına da hâkim olan ve bu politikaları yöneten temel duygular ise korku ve korkutma üzerine oturuyor: İç düşman, dış düşman. İçeride başta Kürtler olmak üzere kendi yurttaşlarının bir kısmını bir tehdit, bir tehlike olarak gösteriyor ama aynı zamanda mülteciyi, göçmeni, Roman’ı, yabancıyı da düşman olarak göstermekten geri durmuyor. Dışarıya yüzümü çevirdiğimizde yurttaşlara bütün dünyanın bize düşman olduğu “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı” düşüncesi empoze ediliyor ve bu, her daim canlı tutuluyor. Tabii ki dostlar vardır. Eğer sizde dostluk potansiyeli varsa bir başkasında neden olmasın? Eğer siz bir ülkeye dostluk temelinde davranıyorsanız, dost olduğunuzu düşünüyorsanız, başka ülkeler ve başka toplumlar da size dost olabilir. Neden olmasın? İşte bu en basit “Türk’e Türk’ten başka dost yoktur.” mottosu ve motto ve etrafında geliştirilen dünyayla ilişki kurma biçimleri insanlarımızı âdeta yetişkin olmaktan alıkoyuyor. İşte o yetişemeyen, o müebbet ergen çocuklara her gün ama her gün bu Meclis çatısı altında bile söz haklarını kullanırken rastlıyoruz. Yüz yıl sonra hâlâ denize dökmekten, yine dökebileceğimizden ve 21’nci yüzyılda hâlâ “Bir gece ansızın gelebileceğimiz”den söz ediliyor. Nereye gidiyorsunuz gece gece? Hadi, gittiniz, dümdüz ettiniz. Ne yapacaksınız o düzlükte? İşte bu yetişmemiş ergen zihinler üç dakikalık bir konuşmada en az 5 kez “sapkın” kelimesini kullanıyor. Gerçekten bugün saydım, üç dakikada 5 kez “sapkın” Hem de niye? Saatlerce sürmüş Olimpiyat Açılış Töreni’nden toplasanız belki on dakikayı bulmayacak enstantaneler seçerek -ki bunların hepsi performanstır. 1960’ların, 1970’lerin Türkiye’sinde Bülent Ersoy, Zeki Müren buradaki kıyafetlerden daha frapan kıyafetlerle karşımıza çıkmıştır- bu enstantaneler seçiliyor ve Paris'te Fransızların muazzam entelektüel birikimini, felsefi birikimini, sanatsal birikimini saatler boyunca çok çeşitli başka performanslarla açığa vuran bir olimpiyat açılış seremonisi bununla mahkûm ediliyor. Evet, orada Marie Antoinette gibi tarihsel figürlerin ya da dinsel figürlerin performanslar içinde dönüştürülmesini muhafazakâr Hristiyanlar da eleştirdi fakat LGBT toplumunu sapkın olarak göstermek nedir? Fransa'da 2015’ten bu yana en az 10 -sözüm ona İslam adına, din adına- korkunç saldırı oldu. Dünyanın bütün sporcuları oradayken, dünya orada toplanmışken böyle, bu tür mesajlar vermenin anlamı nedir? Acaba bunları hiç düşünüyor muyuz?
Orada LGBT’lilerle ilgili bu ifadeleri kullananlar yanı başımızda IŞİD Ezidi, Kürt kadınları katlederken, çocuk yaştaki kızlara bir günde 100 kişi tecavüz ederken bir kere buraya bunları örnek olarak getirip “sapkın” ifadelerini kullanmadılar. Orada başörtülü sporcuya izin verilmemesi meselesi gündemimize geliyor iki gündür; evet, gerçekten bu da problemli. Fransa yabancı ülke vatandaşı olan sporculara bu izni verirken kendi eşitlikle ilişkili anlayışı çerçevesinde kendi atletine bu izni vermedi; gerçekten de bu kınanması gereken bir şey ama yine yanı başımızda Jina Mahsa Amini örneğinde ve ondan sonra, saçının teli göründüğü için katledilen bunca kadın varken, katil bir erkek aklı kadınları saçları görünüyor diye sürekli ölüme mahkûm ederken başörtüsü zulmünün bu yönüyle hiçbir mücadele etmeksizin bu konuları bu şekilde gündemleştirdiğinizde ne kadar adil oluyorsunuz, bütün bunları da gerçekten düşünmek gerekiyor. LGBTİ toplumuna gelince… Onlar kimsenin çocuklarını taciz etmiyor, kimseye zarar vermiyor…''
DEM Parti'li Sevilay Çelenk'in LGBT'yi savunduğu konuşmasına AK Parti Grup Başkanvelkili Leyla Şahin Usta, ''Allah, Allah!'' diyerek tepki gösterdi. DEM Parti İstanbul Milletvekili Kezban Konukçu ise araya girerek 'Entelektüellik seviyeniz berbat, entelektüellik seviyeniz!'' diyerek LGBT'lileri sapkın olarak göstermeyi entelektüel seviye düşüklüğü olarak gördüğünü söyledi. Leyla Şahin Usta ise ''LGBT savunmak entelektüellik değil'' diyerek Konukçu'ya tepki gösterdi. İşte mecliste yaşanan o diyalog:
LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) – Allah, Allah!
SEVİLAY ÇELENK (Devamla) – …kimsenin lokmasına, boğazındaki lokmasına çökmüyor ve çocuklarını intihara sürüklemiyor.
LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) – Ya, bu ne ya! Yeter ya!
SEVİLAY ÇELENK (Devamla) – Ama bu hedef göstermelerinizle, en yetkili ağızlardan bu şekilde hedef göstermelerinizle onlar intihara sürükleniyor, onlar katlediliyor. Lütfen, lütfen söylediklerinize bu çerçevede bakın ve oturun beş saat mi, dört saat mi ne ise yeniden bir açılışı izleyin.
LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) – İzlemeyeceğiz, izlettirmeyeceğiz de.
SEVİLAY ÇELENK (Devamla) – Bu zihniyetle ne uluslararası alanda gidebileceğimiz bir yer var ne burada düze çıkıyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)18:24