Cumartesi Anneleri hakim karşısında: Savunmalarını Haberet açıklıyor....
Cumartesi Anneleri’ne açılan davanın ilk duruşması bugün görüldü. Gözaltına alınan 9 kayıp yakını hakim karşısında... İşte savunmaları...
Gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayan ve 27 Mayıs 1995'ten bu yana her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi düzenleyerek yargılanmalarını talep eden Cumertesi Anneleri'ne açılan son dava az önce görüldü.
Cumartesi Anneleri, yakınlarının kaybolmasının üzerinden geçen 950'nci haftada Galatasaray Meydanı'nda yeniden bir araya gelmeleri üzerine, eyleme polis tarafından müdahale edilerek gözaltına alınmışlardı.
Gözaltına alınanların arasında 9 kayıp yakını, İnsan Hakları Derneği yönetici ve üyesinin de olduğu 20 kişi hakkında "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na" muhalefetten ceza davası açıldı. Davanın ilk duruşması bugün İstanbul Çağlayan 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor.
HERKESİN GÖZÜ BU DAVADA
Duruşmayı, ABD, Almanya, Çekya, Fransa, Hollanda ve İsveç konsoloslukları, AB Türkiye Delegasyonu, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT), Paris Barosu, Tehlikedeki Avukatlar için Gözlemevi (OIAD), Uluslararası Af Örgütü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Hakikat, Hafıza ve Adalet Merkezi, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı izliyor.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DURUŞMA SALONUNDA
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi’nden Elena Crespi, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi’nden Ulviyya Hasanova, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi’nden Gülşah Kurt, Turin Barosu (İtalya) ve Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi’nden Benedetta Perego ve Lille Barosu (Fransa) ve Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi’nden Olivier Maricourt izliyor. Uluslararası heyet için Burcu Becermen ve Sungur Savran çevirmenlik yapıyor.
İLK SAVUNMAYI İKBAL EREN YAPTI: SİZ OLSANIZ NE YAPARSINIZ?
Kimlik tespitinin ardından savunmasını yapan ilk isim İkbal Eren oldu.
Eren'in ifadesi şu şekilde:
“Ben İkbal Yarıcı, 20 Kasım 1980’de gözaltına alınarak kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşiyim. Hayrettin Eren’e ne olduğunu anlatmazsam bu beyan eksik kalır. Hayrettin Eren, 20 Kasım 1980’de Haşim İşcan Geçidi’nden arabası ve bir arkadaşı ile gözaltına alındı ve Karagümrük Karakolu’na götürüldü. Bunu haber aldığımızda annem ve babam Karagümrük Karakolu’na gitti. Karakoldaki görevliler kayıt defterine bakarak 5 arkadaşı ile Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildiklerini söylediler. Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem ve babama oradaki görevliler de burada böyle bir kişinin olmadığını söylediler. Tekrar Karagümrük Karakolu’na giden anneme ve babama ‘Biz Hayrettin Eren’i gözaltına almadık, size yanlış bilgi verilmiş’ dediler. Daha sonra defalarca Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem Elmas Eren’e, emniyetin bahçesinde arabamızı gördüğü halde oğlunun orada olmadığını söyleyip inkâr ettiler. Bundan sonra çeşitli zamanlarda annem Elmas Eren ve babam Kemalettin Eren iç işleri bakanlığı, adalet bakanlığı, güvenlik konseyi gibi sorumlu olabilecek her yere başvurdukları halde bütün kapılar yüzlerine kapandı. Sizin çocuğunuza bunlar yaşatılsaydı siz ne yapardınız? Abim Hayrettin Eren’le yakın zamanlarda Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde kaybedildiler. Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu’nun cansız bedenlerine daha sonra ulaşıldı. Nurettin Yedigöl ve Hayrettin Eren’in akıbetleri hala belli değil. Bu 4 kişinin kaybedildiği dönemde, terörle mücadele şube müdür yardımcısı Mehmet Ağar, emniyet 1. şube müdürü Tayyar Sever, Fikret Işınkaralar ve o tarihlerde görev yapan diğerleri, onların kaybedilmesinin sorumlularıdır. Bu durumda abim Hayrettin Eren’in akıbetini sorduğum için ben değil, abimin yaşam hakkını elinden alanlar yargılanmalı.
Şayet Hayrettin Eren bir suç işlediyse yargılanır, kanunların gerektirdiği ceza verilirdi. Şu anda da aramızda olurdu. Soruyorum size, anayasanın hangi maddesinde gözaltına alınan bir kişi zorla kaybedilebilir ve hatta ailesi yok sayılarak herhangi bir yere atılır der? Bizden bu insanlık suçunu işleyenleri görmezden gelmemiz isteniyor. Siz olsanız ne yapardınız?
"ERDOĞAN SÖZ VERDİ, SOYLU KABUL ETTİ"
Biz kayıp aileleri olarak bütün kapılar yüzümüze kapatıldığı için Cumartesi Anneleri olarak kayıplarımız için bir arada durmayı ve birlikte adalet mücadelesi vermeyi seçtik. 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri olarak anayasanın bize verdiği demokratik hakları kullanarak yüksek sesle sevdiklerimizin akıbetlerini soruyoruz ve mezarlarını istiyoruz. 2011 yılında başbakanlık görevi sırasında Recep Tayyip Erdoğan, Cumartesi Anneleri’ni Dolmabahçe ofisinde kabul ederek, ‘Sizin sorununuz benim sorunumdur’ diyerek Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinin karşılayacağı sözünü vermiştir. Fakat, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin eski içişleri bakanı Süleyman Soylu 2018 yılında bizi ve kayıplarımızı hedef alarak anneleri terörist olarak ilan etmiş ve ‘O kaybedilenler Eminönü’nde mendil satarken kaybedilmediler’ diyerek gözaltında kaybetmenin bir devlet politikası olduğunu kabul etmiştir.
SORUYORUM: İZİN VEREN BEYOĞLU KAYMAKAMI, BİZİ KORUYAN POLİS DE Mİ SUÇ İŞLEDİ?
699 hafta demokratik haklarımızı kullanarak Galatasaray Meydanında oturduk. Kayıplarımızın akıbetini sorduk. Faillerinin yargılanmasını istedik. Bu oturmaların yaklaşık son 2 yılında polis bizim güvenliğimizi de aldı. Fakat 28 Ağustos 2018’de, 700. Hafta oturmamız yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun isteği ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın emriyle yasaklandı. Çok sert polis şiddeti ile engellendi. 46 kayıp yakını ve insan hakları savunucusu gözaltına alındı ve haklarında dava açıldı. O günden bugüne kadar Galatasaray Meydanı çelik bariyerlerle “kamu güvenliğini sağlamak adına” 7/24 abluka altına alınmış, Cumartesi Anneleri’ne ve İstanbullulara kapatılmış, adeta bir karakol haline getirilmiştir. Peki soruyorum, 699 hafta Cumartesi Anneleri’nin demokratik haklarını kullandığı için izin veren Beyoğlu Kaymakamı kamu güvenliğini bozmak için mi izin verdi? Yani, suç mu işledi? Bizi koruyan, güvenliğimizi alan polis de suç mu işledi?
"GALATASARAY MEYDANI BİZİM MEZARLIĞIMIZ HALİNE GELDİ"
Peki neden 700. hafta ve sonrasında engellendik? 1995’ten 2018’e kadar olan zaman içinde Galatasaray Meydanı bizim için bir hafıza mekânı haline geldi. Sevdiklerimizin mezar yerleri olmadığı için, Galatasaray Meydanı’nı bizim mezarlığımız gibi gördük. Zamanla Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesi, ülkenin vicdanı haline geldi. Bu görüntü ülke sınırlarını aşınca cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bundan rahatsız oldu. Bu nedenle Galatasaray Meydanı kapatılarak, Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamaları yasaklanarak gözaltında kaybetme politikasının gündemden düşürülmesi kaybedilenlerin unutturulması Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesinin bastırılması hedeflendi. Oysa bizim yaptığımız anayasanın bize verdiği demokratik haklarımızı kullanarak kamu düzenini bozmadan, şiddet kullanmadan, slogan atmadan son derece barışçıl bir şekilde kayıplarımızın akıbetini sormaktı. 700. haftadan sonra bunu İnsan Hakları Derneği önünde yapmaya devam ettik. Asla vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok. 700. haftada gözaltına alınan 1995 yılında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline uğradığımıza dair verdiği kararın haklılığı ile – ki biz bunu zaten biliyorduk- 8 Nisan 2023’te 941. Haftamızda tekrar Galatasaray Meydanına çıktık. Ancak çevremiz kalkanlı polisler tarafından sarıldı. Avukatlarımız Anayasa Mahkemesi kararını göstermesine rağmen demokratik haklarımız engellendi. Dağılmamız için bir uyarı yapılmadı, hiç direnmedik, gözaltına alındık. Gözaltına alınırken zaman zaman kelepçelendik, darp edildik, araç içerisinde havasız ortamda saatlerce bekletilerek kötü muameleye maruz bırakıldık.
"BU KAYBEDİLENLER BİZİM ZAMANIMIZDA KAYBEDİLMEDİ"
İstanbul Valisi Davut Gül, 'Bu kaybedilenler bizim zamanımızda kaybedilmedi' diyerek abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın kaybedilmesinden geçmiş dönem hükümetlerini sorumlu tuttu ve devlet eliyle kaybedilmiş olduklarına da vurgu yapmış oldu. Bu durumda, bizim 43 yıllık mücadelemizin haklılığını da beyan ediyor. Öyleyse devlette devamlılık esastır. Sevdiklerimiz bizden alınarak bize büyük bir acı yaşatıldı. Bu acı devletin tüm başvurularımıza “biz de yok” cevabı vermesiyle, savcıların sevdiklerimizle ilgili hakikati etkili bir şekilde soruşturmamasıyla daha da derinleşti. Şimdi ise sevdiklerimizle ilgili hakikat talebini dillendirdiğimiz için biz yargılanıyoruz. Bu durum yaşadığımız acı ve ıstırabı daha da arttırıyor. Abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın yaşam haklarını elinden alan ve insanlık suçu işleyen faillerin yargılanması gerekmez mi? Burada bizim değil de onların olması gerekmez mi? Sonuç olarak bizler 1995 yılında beri kayıplarımızın akıbetini sormak için Galatasaray Meydanında buluşmaktayız. Bu eylemlerin suç oluşturduğunu düşünmüyorum. Bizler bu alana var olduğumuz sürece çıkmaya devam edeceğiz.”
Eren’in yaptığı savunmanın ardından hakim, daha büyük bir salona geçmek için 13.30’a kadar ara verdi.
HAKİM: SORUNLARINIZA SAYGI DUYUYORUZ AMA ÇÖZECEK MERCİ BURASI DEĞİL
İkbal Eren’in ardından savunmasını yapmak üzere Ali Ocak, sanık kürsüsüne geçti. Savcılık tarafından hazırlanan iddianamede “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla ilgili savunma yapılmasını isteyen hakim, “Sizin sorunlarınızı biliyoruz. Ona saygı da duyuyoruz. Burası sizin sorunlarınızı çözecek merci değil” dedi. Kayıp yakınları ise, “Biz, neden burada olduğumuzu anlatmak istiyoruz” dedi.
ALİ OCAK: KİMSESİZLER MEZARLIĞINA GÖMÜLDÜĞÜNÜN BELGELERİNE ULAŞTIK
Savunmasına başlayan Ali Ocak, şunları söyledi:
“21 Mart 1995'te gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Hasan Ocak'ın abisiyim. Kendi çabamızla Hasan'dan haber alamadığımız 57 günün ardından, 17 Mayıs 1995'te Adli Tıp kayıtlarından, Hasan'ın işkenceyle öldürülüp Beykoz ormanlığına atıldığını, ardından resmi kurumlara başvurularımıza ve basında günlerce yer almasına rağmen kimliği gizlenerek kimsesizler mezarlığına gömüldüğünün belgelerine ulaştık. O günden beri hakikatin açığa çıkartılması, sorumluların yargılanıp cezalandırılması için adalet arıyoruz. Hakikat ve adalet arama çalışmalarımızdan biri de her hafta cumartesi günü saat on ikide, gözaltında kaybedilenlerin aileleri ve insan hakları savunucularıyla Galatasaray Lisesi önünde bir gözaltında kaybedileni tanıtarak basın açıklaması yapmaktı. Etkinliklerimiz yaklaşık 24 yıl şiddet içermeksizin sürdü.
"KENDİ RIZAMIZLA DAĞILMAMIZ ENGELLENDİ"
950. hafta için hakkımızda hazırlanan iddianame asla gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü biz kanuna aykırı toplantı ve gösteri' yapmadık. Anayasa ve Anayasa Mahkemesi tarafından güvence altına alınan hakkımızı kullanmak istedik. Toplanmamız bir yana, daha toplanacağımız yere varmadan ablukaya alınarak hakaret ve baskılara maruz bırakıldık. Kendi rızamızla dağılmamamız güvenlik güçlerince engellendi. Ablukadan çıkmamıza tek bir yol açıldı, o yol da kelepçelenerek gözaltı aracına bindirilmemiz oldu. Bu gerçeklere o günkü kamera kayıtlarıyla rahatlıkla ulaşılması mümkünken iddianameyle bizi suçlamaya dönüştürülmesini kabul etmiyorum. Davanın sonlandırılarak beraatime karar verilmesini talep ediyorum.
HANİFE YILDIZ: SANIK OLMAK DEĞİL, GERÇEK SANIKLARIN BURADA OĞLUMA NELER YAPTIKLARINI DİNLEMEK İSTERDİM
Savunmasını yapan kayıp yakını Hanife Yıldız, “29 yıldır adalet bekledim. Ben sanık olmak değil, gerçek sanıkların benim oğluma ne yaptıklarını dinlemek isterdim. Anayasal hakkımı kullanmak istedim. Bizim çemberden çıkmamıza da izin vermediler. Gözaltına aldılar. Bu benim en temel hakkım. 1995’ten beri oğlumun akıbetini sormak için meydana gidiyoruz” dedi.
MASİDE OCAK: ANNEME DOĞUM GÜNÜ PASTASI ALMAYA GİDEN ABİM EVE HİÇ DÖNMEDİ
Maside Ocak ise şunları söyledi:
"Gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşiyim. Abim atama bekleyen bir ilkokul öğretmeniydi. Abim 21 Mart 1995'de, saat 15.00 civarı annemi arayarak ablamın doğum günü kutlaması için balık ve pasta alıp eve geleceğini söylemiş. Hepimiz evde toplanıp kutlama yapmak için abimi bekledik ama abim evimize hiç dönemedi. Evimizde bir daha doğum günü kutlanamadı. Beyazıt’ta işlettiği çay ocağından çıktıktan sonra onu bir daha gören olmadı. Abim eve gelmeyince Hastanelere, karakollara gittik. Bizde yok dediler. Başvurmadığımız merci, görüşmediğimiz yetkili kalmadı. Oysa tutulduğu Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde abimi gören tanıklar vardı. Listelerde ismini okuyanlar vardı ancak bizde yok yanıtı değişmiyordu. Vali Kozakçıoğlu’ndan, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’ye yetkililer abimin aranan şahıs olmadığını söyleyip, abimle ilgili “iyi bir çocukmuş” diyerek gazetecilere beyanat veriyordu.
"İNSAN SEVDİĞİNİN GÜLEN YÜZÜNE BAKMAYA KIYAMAZ, BİZ PARÇALANMIŞ YÜZÜNÜ GÖRDÜK"
Biz her yerde abimi ararken, abimin cansız bedeni gözaltına alındıktan 5 gün sonra Beykoz Buzhane köyü Dedeler mevkiinde köylüler tarafından bulunmuş. Jandarmaya haber vermişler. Olay yeri tutanağı hazırlayan Jandarma, abimin üzerinde kimliğinin, kemerinin, ayakkabı bağcıklarını, saatinin olmadığını; ellerinde parmak izi alınırken kullanılan mürekkep lekeleri olduğunu yazmış. Cansız bedeni Beykoz Adliyesine taşınmış. Burada parmak izi alınıp karşılaştırmaya gönderilmiş ama her nedense eşleştirilememiş. Otopsi raporunda ölüm nedeni tel veya iple boğulma olsa bile, vücudundaki işkence izleri bir bir yazılmış rapora.
Bütün bunlar bizden gizlenerek yapılmış ve abim kimliği meçhul kişi olarak Kimsesizler mezarlığına gömülmüş. Biz abimi adli tıpta çekilen fotoğraflardan 58 gün sonra bulabildik. Gördüğümüz fotoğraflar dehşet vericiydi. İnsan sevdiğinin gülen yüzüne bakmaya kıyamazken, biz evladımız, kardeşimizin parçalanmış yüzünün fotoğraflarını gördük"
MİKAİL KIRBAYIR: EVLADININ MEZARINA GİDİP GÖZ YAŞI DÖKME HAKKI ELİNDEN ALINMIŞTIR
Mikail Kırbayır, savunmasında şu ifadeleri kullandı:
"Sayın Mahkeme Heyeti,
43 yıldır devletin gözetimi altında katledilen 26 yaşındaki kardeşim Cemil Kırbayır’ın akıbetinin açığa çıkarılması için bir taraftan davacı olarak hukuk mücadelesi verirken diğer taraftan, ne hazindir ki, aynı konudan ötürü sanık sıfatıyla karşınızda bulunuyorum.
Burada, yaşadığımız gözaltında kaybetme gerçeğini açıklamak isterim. 12 Eylül 1980 tarihinde cuntacı 5 generalin ülke yönetimine el koyması sonucu kardeşim Cemil Kırbayır 13 Eylül 1980 tarihinde devletin güvenlik güçleri tarafından, hepimizin şahitliğinde, evimizden alınmıştır. 9. Kolordu Sıhhi Yönetim Komutanlığı’na bağlı Kars Askeri Cezaevi’nde gözetim altında iken 8 Ekim 1980 tarihinde emniyet güçleri tarafından bu gözetim evinden alınarak Dede Korkut Eğitim Enstitüsü denilen sorgulama yerine götürülmüştür. Burada, sorgulama esnasında, yine devletin resmi görevlilerince ağır işkence görmüş ve yargısız infaz edilmiştir. Kardeşimin yaşam hakkının elinden alınması yetmediği gibi, bu devlete 48 ay askerlik yapan, vergisini veren, oyunu kullanan, fırın emekçisi babamız İsmail Kırbayır’ın da 26 yaşındaki oğlunun tabutunun altına girme hakkı elinden alınmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, yemeyip yediren, içmeyip içiren, 9 ay karnında gezdiren anamız Berfo Kırbayır’ın da evladının mezarına gidip göz yaşı dökme hakkı elinden alınmıştır"
Görülen davada mahkeme, duruşmayı 7 Haziran 2024 tarihine erteledi.